yaprak döker bir yanımız bir yanımız bahar bahçe hikayesi
naskah drama ande ande lumut bahasa jawa. Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe Eskidendi falan dökmek hikaye. Hele bahar bahçe, o hiç değil. Düşünsene, yüzün gülüyor falan insanlar sanıyor ki mutlusun. Yok artık! Mutluluk yanımızdan geçti de biz mi görmedik? Güldürme Allah aşkına. Sahi ya neydi mutluluk? Bir şaşkınlık mıydı yoksa bir korku mu? Yoksa bir sevinç mi? Niye bana soruyorsun deme. Ne bileyim yani sanki mutluluk kapımıza uğradı da; "İçeri girsen de bir çay içsek" mi demedik? Boşver, mutlu olma çünkü mutluluk uzun sürmüyor emin ol. Bir filmin fragmanı gibi. Filmden önce çıkıyor işte bir üç dakika izliyorsun falan sonra fragman bitiyor. Yeniden bekleyiş başlıyor işte. Bakıyorsun bir ay geçmiş, film vizyona falan girmiş ama sen giremiyorsun. Bil bakalım ne eksik? Tabi ki biletimiz! Bizde mutluluğa imkan var mıydı da biletimizi alıp filme girmedik. Anlayacağın fragmanı izledik kaldık, öylesine mutluluğun ucundan bir tadına baktık. Bu yani daha fazla şey beklemeye gerek yok. Neyse, ben daha fazla konuşup yormayayım seni. Anlayacağın; ne bir yanımız bahar bahçe oldu, ne de bir yanımız yaprak döktü. Hep solduk biz. Ne zaman gürleşmeye başlasak, göğe doğru uzanak da kökümüzden koparıp attılar. Ne yaprak döktük, ne de baharı gördük. Sadece rüyalarda ve sonu olmayan hayaller ülkesinde... Huzeyfe Tarık Yaman Bu blogdaki popüler yayınlar La Tahzen İnnellaha Meana Acıyan yaralar var geçmez Derdim bende saklı bi çare bilmez Beyaz bi örtü attılar kaderime Ağlarken, Seccadem konuştu benimle; Kaderin tozunu yuttuk biz Kelimeler izah edemez Biz ağladık hıçkırıklarla Sonra bir ayet yankılandı kulağımda "La tahzen innellahe meana " Sükut ettik ömrümüze Bir musalla taşı bakıyor bize Sayıyor zamanı ince ince Bu ecel törpüsünde Murat ERCAN Ya Baki Entel Baki Gecenin karanlığı sardı dört bir yanımı Ecel teri bastı ağlayan yaramı Bir zırh yaptım Kur'an kokulu Miğferi Yusuf, göğsü Muhammet dolu Vakti Seher geldi çattı yüreğime Kimse bilmedi, bir ses getirdi kendime Melekler şahidim olsun bir tek kelime "Ya bâki entel bâki" yeter bize Murat ERCAN
Mahkum 17. bölüm reytinglerinde tüm kategorilerde reytinglerini yükseltti. Total’de 6,40 reyting ile 1., AB’de 6,07 reyting ve ABC1’de 6,01 reyting ile 2. oldu. Bölüm yazısı konuk yazar Büke nin kaleminden. Keyifli okumalar. yayınlanan Mahkum, bu hafta bir yandan kavuşmaların mutluluğunu, diğer yandan vedaların hüznünü yaşattı biz izleyicilerine. Tarafların planları, birbirlerini alt etmek için yaptıkları girişimler, düşman Fırat Barış’ın geri dönmesi bölümü güzel yapan diğer etmenlerdi. Ancak Cemre’nin hikayesinin bitiriliş şekli maalesef ki bölümün güzelliğine gölge düşürdü. Hikayesi biten karakter diziden ayrılabilir ya da oyuncu hikayesinin bitirilmesini talep edebilir. Dizimizde hangisi oldu bilmiyorum ama bitirilmeden bitirilmeye fark vardır. Mantıklı bir vedaya lafım olmazdı ancak bu izlediğimiz maalesef Cemre’ye şimdiye kadar yazılan hikayeyi anlamsız ilerleyen kısmında Seray Kaya’ya teşekkürümü, Cemre’nin hikayesiyle ilgili kronolojik hataları ve vedasına ilişkin düşüncelerimi yazacağım. Geçen bölümü Nazlı ve Can tutulduğu yerde içeri verilen dumanın etkisiyle bayılırken, dışarıda Fırat ve Barış’ı korku dolu bakışlarla, çaresizlik içinde çocuklarına bakarken kapatmıştık. Jenerik öncesinde Fırat ve Barış çocukları içeriden çıkarmak için son çare olarak cama ateş edip içeri girdiler. Çocukları alıp çıktılar ve jenerik girdi. Jenerik sonrası bölümü 3 gün sonrasında 68 meyhanede, Nazlı’yı uyandıran Fırat’la açtık. Nihayet hasret bitti ve Nazlı babasına, Fırat ise nazlı kızına kavuştu. Bu sahnede aklıma Fırat’ın kızını aylar sonra hastanede ilk görüşü, “Nazlı sen gerçek misin?” diye soruşu geldi. Nazlı da babasını rüyasında gördüğünü düşünmüştü iyileştikten sonra. Şimdi ise uykudan uyanan Nazlı, babasının yüzünü okşayıp “Artık eminim rüya değilsin” diyordu. Baba kız çok büyük bir sınavın ardından tekrar birlikteler şimdi. Özellikle Fırat için kabus gibi geçen süreç inşallah bir daha tekrarlamaz. Baba kız bir daha ayrılıkla, hasretle sınanmaz. Fırat’ın yüzü bir başka gülüyor artık, tabi Nazlı ve Bekir’in de. Bekir de aylarca öldü bildiği, mezarını aradığı yeğenine kavuştu. Baba ve dayı birlikte Nazlı’yı oyalamaya, yüzünü güldürmeye çalışırken aslında annesinin yokluğunu hissettirmeme çabasındalar. Nazlı dayısına annesini sorduğunda, Bekir’in konuyu değiştirmesi kaçınılmaz gerçekle yüzleşmekten korkmasından, bunu yeğenine nasıl söyleyeceğini bilememesinden kaynaklanıyor. Nezaket Hanımı da torununa sarıldığı, kızının emanetini öpüp kokladığı bir sahnede izleyecek miyiz merak ediyorum. Kadını Fırat’ın duruşmasının ardından hastanede yatarken bırakmıştık Belki Fırat aklanınca yazılır böyle bir sahne. Bulut ailesinin ardından Yesari ailesini çocuklarına kavuşmuş olarak izledik. Barış’ın oğlunu izleyişi, okula gitmesin deyişi, Büge’ye Can’ı dünyaya getirdiği için teşekkür etmesi, onu mucize olarak nitelendirmesi, Büge’nin bir daha oğullarıyla sınanmamayı dilemesi. Barış yıllar sonra hem babalığı tattı hem de onu kaybetme korkusunu yaşadı. İçten içe eski Barış olmak, temiz Barış olmak istediğini zaman zaman hissettiriyor ki bu sahnedeki sözleri de bunu doğrular gibiydi. Barış Ben böyle Can’a bakınca tüm günahlarım siliniyormuş gibi sanki. Temize çekiyor bu adam beni. Keşke 3 günlük zaman atlaması olmasaydı da Nazlı’nın kendine gelişini, Fırat ve Bekir’le kucaklaşma, Cemre ve ekiple ilk tanışma anını, Nazlı ve Fırat’ın birlikte ilk uyuyuşunu ve uyanışını, Can’ın kendine gelişini, Büge’nin oğluna sarılışını, ailecek geçirecekleri o ilk gece ve sabahını izleyebilseydik. Barış ve Fırat’ın çocuklarına kavuşmasıyla aralarındaki ateşkes bitti. Fırat Barış’ı yakalamak, suçlarını kanıtlamak, Barış ise Fırat’ı öldürmek ve ekibi tekrar hapse sokmak için harekete geçti. Fırat’ın ilk hamlesi Büge’yle konuşmak ve yardımını istemek oldu. Fragmanda bu sahne çıktığında Barış Nazlı’yı vermedi , Fırat da kızını alabilmek için son çare Büge’ye her şeyi anlattı diye düşünmüştüm. Meğerse Barış hakkında tanıklık yapmasını istemekmiş amacı. Büge’nin Barış’a olan inancı, Fırat’tan Barış’la ilgili gerçekleri öğrenmesiyle yerle bir oldu. Barış, Can’ın babası olduğu için bunu yapamayacağını söyledi Büge. Fırat da gerçeği öğrenmiş oldu ama belki de öncesinde anlamıştı bunu çocukların kaçırılma zamanındaki hal ve tavırlarından ki bu duyduğuna bir tepki vermedi. Bu bölüm öğrendik ki Büge “onun Barış’ının” geri gelme ihtimaline tutunmuş. Katil olan Barış’ın yanında kalması, onun tarafından öldürülme korkusu yaşamasına rağmen gidememesi, sadece Can’ı kaybetme korkusundan değilmiş, onda zaman zaman eski Barış’ı, aşık olduğu Barış’ı görmesindenmiş. Ama küçük bir kızın annesini öldürdüğü halde hiç pişmanlık duymadan onun gözlerinin içine bakabilmesi Büge için bir nevi kırılma noktası oldu. Önce sessiz kalarak tepkisini gösterse, kendi içinde vicdan muhasebesi yapsa da sonunda Barış’la olamayacağına karar verip, oğluyla birlikte annesinin evine gitmeyi seçti Büge. Barış “Gitme, seni çok seviyorum, her şeyi size yakın olmak, hakkım olanı almak için yaptım” demesine rağmen Büge’nin gidişine engel olamadı. Barış Büge’nin “Beni, uğruma bu kadar insan öldürecek kadar çok seviyor madem aşkının büyüklüğüne saygı duyup yanında kalayım demesini mi – ki hala Barış’ın tüm bunları Büge’ye aşkından ziyade özgürlüğünü kaybetmemek için yaptığına inanıyorum- bekliyordu anlamış değilim. Ayrıca “ Sana aşkım o kadar büyük ki bunun karşısında hiçbir hayatın önemi yok özellikle Savcının hayatının” söylemi bir beni mi rahatsız etti merak ediyorum. Bencillik ruhuna kanına işlemiş, damarlarında dolaşıyor adamın. Barış Savaş’ın mezarında, yakında yanına geleceğini, hapse girmek yerine ölmeyi tercih edeceğini ama öncesinde herkese bedel ödeteceğini söyleyerek büyük bir intikam yemini etti. Senaristimiz Barış için nasıl bir son planlıyor, orijinalindeki seri katile nasıl bir son yazıldı bilmiyorum ama Barış’a hapse girmemek için intihar etme senaryosu yazılmamasını umuyorum. Barış o mahkemeye çıkmalı, suçları tek tek ortaya dökülmeli, uğruna kaç kişiyi öldürdüğü özgürlüğünü kaybetmeli, cezaevine götürülmeli, tek kişilik bir hücreye atılmalı. Ölmeye çalışsa bile buna izin verilmemeli, nasıl ki Zeynep’e Fırat için “Ölmek isteyecek ama ölemeyecek” demişti, Barış da ölememeli, yavaş yavaş delirmeli. Mahvettiği tüm hayatların hesabını vermeli, sadece o da değil Sasha ve Zahit de. Bu insanlar yaşattıklarını yaşamadan ölmemeliler. Karşılıklı yapılan planlar ve oynanan akıl oyunları sayesinde – iki taraf da akıllı olunca- sahnelerin seyir zevki çok yüksekti. Sasha’nın Paşa’nın cebinden 68 Meyhaneye ait bir fiş yürütmesine karşılık Paşa’nın Sasha’nın evinin anahtarının kopyasını almış. İkisi de kendini akıllı sanırken ikisinin de oyuna gelmesi komikti. Bölüm fotoğraflarından yola çıkarak Barış meyhanede ekiple karşı karşıya geldi sanmıştım, neyse ki orada kaldıklarını çözemedi, müşteri olarak oraya geldiklerini sandı. Nazlı saklandıkları odada konuşunca “Eyvah Barış çözdü” dedim ama Yadigar durumu iyi kurtardı. Paşa Sasha’nın evinde oyalandıkça gerildim. Sonunda yakalanınca, Fırat’la konuşması sonucu saklandıkları yeri gerçekten buldular sandım. Paşa bir kere daha tedbirsiz davrandı diye düşündüm. Sasha ve Barış Fıratların mekanına doğru yol alırken karşılaştıkları sürpriz çok hoştu. Bizimkiler yakalanma ihtimaline karşı plan yapmışlar meğer. Sasha ve Barış’ın duvar yazısıyla karşılıkları anki yüz ifadesi görülmeye değerdi. Sahneye paralel giren flashbackte Paşa’nın kalemi bulduğunu gördük. Bu sefer sürpriz yapma sırası Barış’taydı. Onlar da Fırat ve ekipten gelecek hamleyi karşı hazırlıklıymışlar. Kalemde Barış’ın sesi vardı var olmasına ama itiraf yoktu. Böylece bıçaktan sonra ses kaydı delilini de kaybetmiş oldu Fırat. Bu arada o kalemi Büge almamış mıydı kasadan. Ne oldu acaba geri mi koydu yerine? Barış kasadan dosyaları alırken kalemin orada olmadığını fark etmedi mi? Yoksa Büge aldığının yerine sahte bir kalem mi yerleştirmişti? Foto13 Sinyor sahneleri neyse ki azdı bu bölüm. Daha da azalır inşallah. Barış’ın Fırat’ın ölümüne karşılık Sinyorla anlaşma yapacağını tahmin etmiştim. Sinyor bomba meselesini Fırat ve ekibin üstüne yıkarak, onlara hata yaptırmak ve yerlerini tespit etmeyi amaçladı. Televizyonda boy boy fotoğrafları yayınlansa da bir şekilde her durumdan sıyrılmayı başardı şimdilik mahkumlar. Barış ’la ilgili de planlar yapmaktan geri durmadı tabi. Tarafların atakları bölüm boyunca devam etti. Paşa ve Hacı, Sasha’nın kamyonun peşine düşerken, Fırat ve Cemre ise Ferda’nın öldürüldüğü evde, Barış ve Ferda’ya ait bir iz, bir delil arıyorlardı. Savcı Fırat Bulut sahalara döndü kısa bir süreliğine de olsa. Savcım da mesleğini özlemiş belli. Olay yeri teşhisleri yerindeydi. Sasha’nın kamyonunun sahibinin oğlunun polis çıkması, Hacı ve Paşa’nın onu görünce ki bakışı, sofradan kalkamayışları, babaannenin Hacı’yı tanıması, Paşa ile oradan kaçmaları güzeldi. En azından ellerine bir koz geçti bakalım ilerleyen bölümlerde cinayetlerle ilgili kanıt olarak kullanabilecekler mi kamyonu. Fırat ve Cemre, Ferda’ya ait kanı ve ceset torbasını buldukları sırada Sasha ve Barış’ın gelmesiyle köşeye sıkıştılar. Yalnız Barış’ın Fırat’ı kokusundan tanımasına ne demeli. Çok güldüm. Barış Sen sığdığını mı sanıyorsun oraya? Fırat ve Cemre , Barış ve Sasha’dan kurtulduklarında, ormanda Barış’ı kayıp ceset sürprizi bekliyordu. Ferda’dan boşalan mezara Fırat’ı itip onu bir kez daha öldürmeye teşebbüs etmesi üzerine Cemre’nin tam zamanında müdahalesiyle ikili kaçmayı başardılar. Bölümün sürprizlerinden biri Tahir’in Fırat’a yaptığı ziyaretti. Cinayet bıçağı kaybolduğunda Bekir ya da Tahir’in almış olmasını tercih edeceğimi söylemiştim. Ancak sonrasında Tahir’in Barış’a yardım etmesi, ekibe ait minibüsün plakasını vermesi, Fırat’ı polise ihbar etmesi bıçağın onda olmadığını düşündürmüştü. Onda olsa analiz ettirir ve Fırat’ın masum olma ihtimalini düşünür , Barış’a yardım etmez demiştim. Meğer bıçak ondaymış ve gerçekten analiz ettirmiş. En büyük şüpheli Fırat olduğu için de sonucu almadan Fırat’a gelmemiş haklı olarak. Katilin Barış olduğunu da öğrendi ama yine de Tahir’e güvenemiyorum. Fırat’a getirmek yerine direkt adliyede Cemre’ye verebilirdi bıçağı. Cemre yeniden yargılama için o anda başvurabilir, bıçağı gerekli kişilere teslim edebilirdi. Ondan sonra Fırat’ın karşısına çıkabilirdi Tahir Cemre’yle birlikte. İki avukat olarak gerekeni yapabilirlerdi. Tahir’in Fırat’a gerekeni yap demesi saçma, savcı değil ki o şu anda, firari bir mahkum. Ve bölüm sonu itibarıyla da maalesef artık avukatsız bir mahkum. Tahir ikili oynamanın sonucu olarak artık Barış’ın hedeflerinden biri. Bölümün diğer bir sürprizi Ceyda Zahit konuşmasıydı. Ceyda da başından beri Barış’ı biliyormuş. Barış’ın parmak izi test sonuçlarını da onlar değiştirmiş hatta. Bıçağın Cemre’de olduğunu öğrenince onu almaları gerektiğini söyledi Zahit. Cemre bir anda herkesin hedefi haline geldi. Dizilerde büyük ve mutlu sofralar kurulursa ardından kötü bir şeylerin olması olasıdır. Dizi izleyicileri bunu iyi bilirler. Meyhanede kurulan büyük sofra, bıçağı bulmuş ve özgürlüğe bir adım daha yaklaşmış olmanın mutluluğu, maalesef ki kısa sürdü. Cemre’nin son mutlu anlarıydı bunlar. Sözleri, bakışı vedanın yaklaştığını hissettirdi. Son ana kadar Cemre karakterinin diziden ayrılması kararından vazgeçilir umuduyla bekleyen ben meyhane sahnesinden sonra kararın kesin olduğunu anladım. Cemre ve beybabanın sarılışı, Cemre’nin “Daha çok birlikte yemeklerimiz olacak, yarın yine geleceğim” demeleri ayrı bir hüzünlü geldi. Fırat’la konuşmaları, Fırat’ın ona bıçağı teslim etmesi, sarılmaları, Cemre’nin yüzündeki gülüş , ağır çekim el sallamasından sonraki sahnelere çok odaklanamadım maalesef. Cemre’nin sisteme yaptığı başvuruyu ne hikmetse Ceyda ve Sasha gördü hemencecik. Bir yandan Ceyda ve Zahit, diğer yandan Sasha ve Barış, Cemre’deki bıçağın peşine düştüler. Barış bıçağın bulunması ve analiz edilmesi haberi üzerine ilk ölüm emrini Cemre için verdi. Cemre, teyzesiyle yaptığı konuşmanın ardından hayatıyla ilgili gerçekleri öğrendi. Baba bildiği adamın babası, teyze bildiği kadının teyzesi olmadığını, düşman olarak gördüğü Zahit Yesari’nin babası, Barış Yesari’nin ağabeyi olduğu gerçeğiyle yüzleşmek onun için bir yıkım oldu maalesef. Şimdi Cemre ile ilgili bildiklerimize bir göz atalım. Öncelikle Yesari Vakfı gecesinde Zahit Cemre ilk karşılaşmasında Zahit’in Cemre’nin babası olduğunu düşündüğümü, hatta gerçek annenin de teyzesi olabileceğini yazmıştım. Cemre’nin hapiste bir babası olduğunu öğrendik. Baba kız sahnesinde adam anneni üzme diyordu kızına. O zaman acaba Cemre’nin babası Beybaba ve Zahit yüzünden mi hapiste dedim. Ardından Nazan’ın fotoğraf albümünde Cemre ve annesinin fotoğrafını gördük, Tahir Cemre’nin babasını hapse attıranın Zahit olduğunu Barış’a söyledikten sonra. Cemre Tahir’den duyduklarından sonra babasının dosyasının peşine düştü. dava dosyasını Tahir’den almayı başardıklarında Cemre içinden düşen fotoğrafın annesine ait olduğunu söyleyince beybaba şaşkınlıkla ona baktı. Beybabanın Cemre’nin anne dediği kadının yeni doğmuş bebeğini öldürmekten hapse girdiğini öğrendik. Adam Cemre’nin annesi İnci yaşıyorsa sorularıma cevap bulabilirim dedi Fırat’a. Karakter tanıtımında Cemre 30’lu yaşlarında bir avukat olarak yazıldığı için mantıken annesinin bir bebeği olup olmadığını bilmesi gerekiyordu. Annesi hamile kaldığında Cemre 5-6 yaşlarında olmalıydı. Çünkü beybaba 25 yıldır içeride ve öldürdüğü söylenen bebek yaşasa 25 yaşında olacaktı. Beybaba kardeş meselesini açtığında Cemre hiç kardeşi olmadığından bahsetti. Kuaförde Nazan ve Zahit’in konuşmasına şahit olan Cemre babasının gerçek babası olmadığını öğrendi. Peki geldiğimizde önümüze konulan Cemre hikayesi ne? Beybaba Zahit, Beybaba Nazan ve Sinyor Zahit görüşmeleri Cemre’nin geçmişini ! ve Beybaba ile davaların çakışma noktasını aydınlatma temalı sahnelerdi. Zahit ve İnci şirkette tanışıyorlar ve Zahit ona aşık oluyor. Tomris’ten ayrılmayı düşünürken Barış’ın psikolojik hastalığı ortaya çıkıyor. İnci Zahit’i terk edip ortadan kayboluyor. Kısa sürede evleniyor ve bebeğinin doğumu için hastaneye kayıt yapıldığında Zahit izini buluyor. Hastaneden kaçtıklarında Zahit karşılarına çıkıyor ve adamı öldürmek için ateş ettiğinde İnci araya girip vuruluyor. Zahit bebeği alıp kaçıyor. Zahit Sinyorun yönlendirmesiyle Erol başsavcı ile iletişime geçiyor ve davanın üstünün örtülmesini istiyor. Beybaba tam da devrideyken bu olay gerçekleşiyor, silah sesi duyuyor, kendisine sıkıldı sanıp ateşle karşılık veriyor. Sonra görüyor ki adam karısını öldürmüş. Ateş ettiği sırada bebeği öldürdün deyip adamı hapse atıyorlar. Zahit’in kaçırdığı bebek Cemre, Nazan’a emanet ediliyor. Peki İnci o gece öldüyse Cemre’yle nasıl çocukluk fotoğrafı oluyor? Hapisteki adam İnci’nin kocasıysa ve kadın ölüyse nasıl kızına anneni üzme diyebiliyor. İnci hayattaysa adam neden hapiste? Nazan öz teyze değil madem İnci ve Cemre’nin fotoğrafı neden albümünde. Nazan kim de Zahit Cemre’yi ona emanet etti. Cemre yabancı bir adam ve kadına anne baba dediyse İnci’nin fotoğrafına bakıp nasıl annem diyebiliyor. Bir ihtimal Nazan ve İnci mahalleden arkadaştır, Zahit de o yüzden Cemre’yi Nazan’a vermiştir. Ve son olarak 30lu yaşlarındaki Cemre nasıl 25 yaşında ölüyor. Cemre hikayenin kilit karakterlerinden biriyken, Fırat’ın avukatı olma misyonu taşıyorken, Fırat dahil tüm ekibe yardım ediyor dosyalarıyla ilgileniyorken, hepsine umut olmuşken, daha ilk davasını kazanamamışken, nihayet bıçak sayesinde Fırat’ın davasını yeniden başlatacakken hikayesi nasıl bitti denilebiliyor hayret. Fırat aklanana kadar Cemre’nin hikayesi bitemezdi. Aile konusunun bu kadar saçma biçimde bağlanması, karaktere gerçek ailesiyle bir yüzleşme bile yazılmaması çok yazık. Cemre öğrendiği gerçeklerin ağırlığını taşıyamayıp Fırat’tan gelip onu almasını istedi de peki neden o gelene kadar evde beklemedi. Sokak sokak dolaşırken Fırat onu nasıl bulacaktı ki. Cemre yolda Büge’yle karşılaştı. Büge ona Barış’la ilgili itirafta mı bulunacaktı acaba? Şimdi konuşmazsam yarın konuşamam dedi Büge ama Cemre’nin dinleyecek hali yoktu maalesef. O anda konuşsalar Cemre belki hayatta olurdu. Cemre ve Büge’yi gören Rafi arabayı geri çevirip peşlerine takıldı. Rafi ve Mücahit o gece Cemre’nin mi peşindeydi acaba yoksa Nazan’ın mı? Zahit Sinyor görüşmesi baba kız teması üzerindeydi, bıçak mevzusu ortada yoktu. Bu işi örtmek için ortadan kaldırılacak isimler Nazan, Beybaba ya da Savcı olmalı bu durumda. Cemre’yi öldürtür mü Zahit bilemedim. Cemre evden çıkarken Sasha ve Barış da yoldaydı. Cemre içindeki acıyı haykırırken bir duvar kenarında aklında baba bildiği tek adam, elinde onun emaneti olan saat vardı. Ve son kez günü saydı Cemre. Sonrasında tüm gücünü toplayıp yürümeye çalışırken Cemre’nin peşindeki kapüşonlu kişi onu dört kere bıçaklayıp eline karanfil bıraktıktan sonra, bıçak ve Barış Yesari dosyasını alıp ortadan kayboldu. Onu uzaktan yerde yatarken gören Fırat yanına koştu ama çok geçti. Cemre’nin son sözleri “Seni Seviyorum” oldu. Cemre hayran olduğu ve içten içe sevdiği adama böyle veda etti. Fırat dost olarak gördüğü ,ona her koşulda inanan, yanında duran, destek olan avukatını kaybetti aynı karısını kaybettiği gibi. Seray Kaya’ya 17 bölüm boyunca canlandırdığı Cemre karakterine kattığı ruh için, emekleri için, bizi bu karaktere inandırdığı için teşekkür ediyorum. İlk bölüm yazımda Kadın’ın Şirin’inden ne kadar nefret ettiysem Mahkumun Cemresini o kadar seveceğimi hissediyorum demiştim. Gerçekten de sevdim. İnandığı değerler uğruna mücadeleden hiç vazgeçmeyen, kendi ayakları üzerinde duran, hırslı genç avukattı Cemre, yaraları sayesinde güçlenmiş bir kadındı Cemre. Hoşçakal Cemre, hoşça kal Seray Kaya. Fragmanda Fırat Cemre’nin çantasında bıçağı bulamayınca kendi davası yüzünden öldürüldüğünü anlıyor ve bir kez daha vicdan azabı duyuyor. Cemre’nin ölümü Fırat’ınkine bağlanmasa , babasının davası yüzünden öldürülseydi illa böyle bir son yazılacaksa. Bu son Cemre’ye de Fırat’a da haksızlık. Ya da öğrendiği gerçeklerle başa çıkamayıp ülkeyi terk etseydi mesela. Karakterlerin illa ölerek ayrılması gerekmiyor dizilerden. Bakınız Eren. Akıl hastanesinde tedavi görme hikayesiyle veda etti. Fırat ve Nazlı nihayet Zeynep’in ölümünü konuşuyorlar. Nazlı annesini soruyor. Fırat’ın korktuğu o an geldi nihayet. Bunu kızına anlattığı anları merakla bekliyorum. Fragmanla sınırlı değildir inşallah o sahne. Cemre’nin cenazesinde Barış ve Zahit’i görmek sinirlerimi bozdu valla. Fıratlar da cenazeye gidiyormuş. Uzaktan izleyecekler muhtemelen. Tabutunu taşıma şansları yok ne de olsa. Sinyor Sasha’yı nasıl ele geçirdi acaba ve ne isteyecek? Barış’ı çözdü mü yoksa Savaş’a karşı onu mu kullanmak amacı? Barış Büge’yi Cemre’nin öldürüldüğü yerin yakınlarında bulmuş belli. Peki kızı öldürmeye giderken mi buldu ve vazgeçti yoksa öldürdükten sonra mı görüp arabasına aldı. Büge tekrar Barış’ın yanına o eve dönmesin istiyorum ama fragmana göre yine aynı çatı altında gibiler. Büge başka kimseyi öldürmezsen yanında kalırım filan mi dedi yoksa. Umarım dememiştir. Bu haftaki konumuz Cemre’ye bunu kim yaptı olacak belli ki. Peki Cemre’yi öldüren kim? Amaç sadece bıçağı almak olsa bu bayıltılarak da yapılabilirdi. İşin içine cinayet girince akla ilk gelen isimler Sasha ve Barış. Eline bırakılan karanfil , şairane sonlar yazmayı seven Barış’ı işaret ediyor ilk şüpheli olarak. Ayrıca edilmiş intikam yemini var ortada. Bir yandan da Barış ya da Sasha olsa gözlerinin içine baka baka öldürürdü gibi geliyor. İkinci ihtimal kapüşonlu oluşu acaba Tahir mi diye düşündürmüyor değil. Tahir’in ne gibi bir sebebi olabilir Cemre’yi öldürmek için. Zeynep’in kanına karşılık Fırat’tan intikam mı? Fırat’ın masumiyetine inanıyorsa gerçekten bu saçma olur. Bıçağı Barış’a karşı koz olarak kullanmak içinse, Fırat’a hiç vermeden -hadi diyelim güvenini kazanmak için verdi ki geri alırken kimse ondan şüphelenmesin- bunu Cemre’yi öldürmeden de yapabilirdi. Mücahit bu kadar soğukkanlı şekilde bir cinayet işleyebilir mi emin değilim. Ayrıca Sinyorun da Cemre’yle meselesi yok. En fazla Fırat’a ders vermek, intikam almak için öldürtmüş olabilir. Ceyda’nın boyu daha uzun sanki kapüşonludan. Ayrıca Cemreyle derdi de yoktu. Onu öldürmeden de bıçağı alabilirdi. Twitter yorumlarında katil Ali diyenler var. Ali’nin nasıl bir sebebi olabilir ki Cemre’yi öldürmek için. Kardeşi de hayatta değil ki onu korumak kurtarmak için yapsın. Fırat’a minnet borçluyken, Nazlı’yı kardeşi gibi seviyorken, Cemre’ye olay günüyle ilgili yardımı dokunmuşken böyle bir şey yapması bana mantıklı gelmiyor. Mahkum Cemre’nin katili kim? Yeni bölüm yazısında görüşmek dileğiyle… Keyifli okumalar. Yazı altı yorumlarda bölümle ilgili düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. Göz atmanızı öneririz Mahkum Bölüm Yorumları
İbrahim Uysal Yazı Arşivi 19 Haziran 2020 / 2075 Okunma BİR YANIMIZ YAPRAK DÖKER/BAHAR BAHÇE Ne çelişkili bir başlık. Normal bir ruh hali olmasa gerek. Sözler ünlü Ozan Hasan Hüseyin Korkmazgil'in. -Bir Cumhuriyet nesli. Ay, gün, saat belli olmasa da Sivas'ın Gürün kasabasında doğmuş, bir kasaba delikanlısı. Her şey görünüyor değil mi? Değil. Hem de hiç bu evrende "Coğrafya insanın kaderidir." -Kim söylüyor 1300'ün ortalarında Kuzey Afrika/Tunus'da doğmuş, 1400'leri görmüş, varlıklı ve asil bir ailenin oğlu ne yapmıştır, Modern Historiyografinintarih yazıcısı, Sosyolojinin ve İktisadın öncülerinden, 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve Hüseyin Korkmazgil? Sivas'ın Gürün ilçesinde 1927'de doğar, Adana Erkek Lisesi'ni 1948'de, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nü 1950'de bitirir. Öğretmenliğe Göksun'da başlar. Siyasi düşüncesinden dolayı öğretmenlikten atılır, tutuklanır, hüküm ve parasızdır. Tek bildiği şey okumuş-yazmışlığıdır, bu yüzden de 1955-1960 yılları arasında Gürün ve Sivas'ta elinden gelen arzuhalcilik, tabelacılık ve portre ressamlığı yapar. Ama yaşam acımasızdır. Aslanı, kediye boğdurur. Evine ekmek götürmek için inşaat işçiliği de yandan da şu dizeler dökülür kaleminden. -"Öyle bir yerdeyim ki" diye şaşkınlığını ve isyanını gösterir. Ve şairliğin erdemi ve duygusallığı ile, "Yaprak döker bir yanımız/ Bir yanımız bahar bahçe".-14 yüzyıldan yaşayan İbn-i Haldun yaşamın erdemini ve keyfini yaşarken, altı yüzyıl sonra 20 yüzyılda yaşamış Hasan Hüseyin siyasi aymazlığın ve toplumsal duyarsızlığın ürünü acı ve kederini bu yüzden "Coğrafya, Ülkelerin de, insanların da kaderidir".-Tarihi acısı -tatlısı ile yaşamak insan olarak güzel bir şeydir. Tarihe tanıklık etmek muhteşem bir yıl olmuş 2020, 21 yüzyılın ilk çeyregi ve Dünyayı ve Ülkeyi bir COVID-19 Pandemisi sarmış, insanı ve insanlığı hallaç pamuğu gibi hasret kalmış deniz kıyılarında yunuslar, balıklar dans ediyorlar. Kuşlar özgürlüklerinin zirvesinde söylüyorlar gelişmiş-medeni ülkeler yurttaşları için için çırpınırken, bazı ülkeler bazı yandaşlarının talanlarına göz yummakla bir kızılderili özlü sözü vardır ya, "Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık." diye. Bunun bile farkında değiliz yüzyıllar gelişmiş ülkeler, "ak akçe, kara gün içindir" diye biriktirdikleri "karagün akçeleri"ni, Korkonavirüsün habire mutasyonEvrim diyemiyorlar geçirdiği bir dönemde, halkı için ise malûm, banka hesap numaraları verilerek insani duygu ve düşüncelerimizi de seçtiğiniz bazı siyasi çıkar da, şu karagün dostu Kızılayın topladığı bazı yardımlardan bile komisyon alan yandaş şirket ve derneklere "opp , ne yapıyorsunuz " der. Ama nerede? Kim diyecek. Hani bir türkü var ya. "Alemin keyfi yerinde, yine maşallah" diye. Bizim halkın adına hesap sorması gereken siyasilerin de keyfi yerinde, "yine maşallah!.. "-Sanal ortama, muhalif internet gazete ve sayfalarda gözüme çarpıyor, maden için kesilmedik orman, talan edilmedik dağ, kirletilmedik nehir ve toprak kalmamış iktidar genel yönetimler de, muhalefette yerel de bir eli yağda bir eli balda, maşallah!.. Keyiflerine diyecek siyasileri mallarını mülklerini siyasete kurban ederken, yeni dönem bundan baya ders almış ki, yedi sülalesine "el üstünden" kurbanlar gel de huysuzlaşma, huzursuzlanma. Hasan Hüseyin gibi, gel de isyan etme "Dostum dostum güzel dostum/ Bu ne beter çizgidir bu/ Bu ne çıldırtan denge / Yaprak döker bir yanımız/ Bir yanımız bahar bahçe". Daha ne denilsin ki!.. -20 asırın en güzel yanı her şeyin bilimsel yapılması. Aydınlığın da, cehaletin de. Çünkü her ikisine de bir çıkar yol bulunmuş ve o yolda yol uyutulacak ise, "Uyu yavrum ninni uyutayım seni/ Ninnilerle minnilerle avutayım seni" Ne güzel. Ha, sıradan halk değil de "SAYIN DİNLEYİCİ" için de bir şeyler yapılması gerek ise ona da, meşrebine uygun olarak "Uyu Sayın dinleyici uyutayım seni/ Aranjmanla maranjmanla avutayım seni"-Bütün bunları gör, bütün bunlardan rahatın yerinde iken salak salak rahatsız ol. Eeee!...-EEEEee si yok. Bu kadar. Lafın tamamı aptala iyi uykular. HES'ler ile çağlayarak akan ırmaklar, ağaçlar, ormanlar kesilerek de öterek sizi rahatsız eden kuşlar yok edildi. Edilecek. GDO, NBŞ zararlı imiş, yalan, boş cambaz sirki kuruyorlar, sabah izleriz, en iyisi şimdi biz, Melike Demirağ'ın şarkısında ki gibi "Renkli menkli sinemaskop avutayım seni/ Seksi meksi filmlerle avutayım seni" şarkısını huşu içinde alemi yok. Biraz da laf dinlemek gerek. Eve ekmek götürcek para mı yok. Boş ver ya, pastacının önüne "askıdan pasta masası" açılmış!.. O yeter size!.
çıldırtan denge... şu memlekette ne yazık ki her daim geçerli dize. ne zaman aklıma gelse, hemen ardından memleketimin şarkıları'nı hatırlatır bu iç acıtan, dertli dize! özellikle de şu kısmınıben, bizden olan bütün insanların dostu;adı, haritalarda bile bulunmayanbir köyündenim anadolu' şeylere hasrettir memleketim,güzel şeylere hasret bu kanda ve ateşte mısralarımyanan şehirlerin,ağır tankların tekerlekleri ateşlere girilmiştir gönlümüzcepasifik kıyılarından volga'ya gökçe atasözü. her zaman her yerde.. hayatın, türkiye'nin, dünyanın özeti. üstüne söylenecek bir şey yok da yazası geliyor insanın. selda bağcan'ın derinden gelen sesiyle birleşen ahmet kaya'nın sesi bir değişik ediyor zaten de durup dururken, dinlemiyorken dahi akla gelince bir garip yapıyor insanı. bir benzeri için;"...düşün uzay çağında bir ayağımız,ham çarık, kıl çorapta olsa da biri..." * ya allah gunah yazmasin ama sol frame'de goz ucuyla bakinca 'yaprak doner bir yanimiz bir yanimiz fenerbahce' olarak algiladigim sarki artik bu benim icin birileri/birşeyler baharlarımızdan çaldıkça,daha çok yaprak döküyoruz ve bu denli dengesizlik çıldırtıyor zaman zaman. ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın.
İki yıl önce bugün Uludere'de, yasaklanan adıyla Roboski'de 17'si çocuk 34 insan katledildi. Roboski'li aileler, iki yıldır adalet bekliyorlar ve adalet hala yerini bulmadı. Hükümet, adaletin gereğini yerine getirip katliamın sorumlularını cezalandıracağına, yapılan katliam için ailelere tazminat ödeyerek bu davanın peşini bıraktırmaya çalışıyor. İnsan hayatının bu kadar ucuz olduğu bir ülkede, devletin tazminatı ödemekte çok da zorlanmayacağı aşikar. "Öldürürüm ama parası neyse onu da veririm" minvalinde bir şeyler geveleyen hükümet'e en güzel cevabı Roboski'li aileler, katliam paralarını almayarak verdiler. Onlar para değil, sadece adalet istiyorlar. Her konuda üç maymunu oynayan yandaş medya, katliamdan sonra da hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Onlara göre mesele sadece bir yanlış anlaşılmadan ibaretti ve öldürülen o insanlar kaçakçılık yaparken örgütün geçiş güzergahını kullandıkları için bu olay yaşanmıştı. Sadece medyada değil, toplumun çoğunluğunda da tepkisizlik konusunda bir uzlaşma söz konusuydu. Kürtler ve ülkemizde hala mevcut olan vicdanlı insanlar haricinde kimse bu duruma itiraz etmiyor, bu durumun korkunçluğunu sorgulamıyordu. Katliam'dan üç gece sonra Türkiye, sanki hiçbir şey olmamış gibi coşkuyla yılbaşını karşılıyordu. Havai fişekler patlıyor, insanlar tüm yıl boyunca yaşadıklarını anımsarlarken üç gece önce yaşanan hadiseyi unutmuşlardı. Katliam günü halka haber verip reytingini arttırma gibi bir uğraşa girmeyen televizyon kanalları yılbaşı gecesi, en ünlü sanatçıları davet ederek birbirleriyle reyting yarışına girişmişlerdi. "Zulme karşı susan dilsiz şeytandır" diyen dindarlar, söz konusu Kürd'e uygulanan zulüm olunca dilsiz şeytan kesilmişlerdi. O günlerde Hükümet'le arasında herhangi bir sorun olmayan Cemaat, Zaman Gazetesi'nde "Irak sınırında F-16'lar kaçakçıları vurdu35 ölü" manşetini atarken, Hükümet'le araları bozulduğu için geçtiğimiz günlerde aynı gazete "Uludere, 726 gündür adalet bekliyor" manşetini atacaktı. Dersaneleri kapatıldığı için hükümete etmedik beddua bırakmayan Fethullah Gülen, o günlerde küçük bir başsağlığı ile meseleyi geçiştirmişti. Gezi direnişiyle beraber "Kürtlerin yıllardır neler çektiğini ancak şimdi anladık" diyenler, katliam döneminde Kürt'lerin neler çektiğini henüz anlayamadıkları için meseleyi bir kınama twitiyle geçiştirmiş ve meydanlara inme zahmetinde bulunmamışlardı. Gezi direnişinden sonra, Kürtler'in yıllardır neler çektiğini anlayan ? Gezi ruhu, geçtiğimiz günlerde yaşanan Gever katliamına da sessiz kalınca anlaşıldı ki, Türkiye'nin batısındaki bir ağaç doğusundaki bir insandan daha değerliymiş. Hiçbir zaman destekledikleri partinin yanlış yapmayacağını düşünen AKP seçmenleri ise, "onlar da kaçakçılık yapmasalardı canım" şeklinde bir savunma yapıyor ve ülkenin kaçakçılık yüzünden her yıl milyonlarca zarara uğradığı konusunda nutuk veriyorlardı. Kişi başına ancak elli lira kazanacak olan Roboski'li çocuklar için bu savunmayı yapanlar, yaptıkları yolsuzluklarla ülkeyi milyarlarca dolar zarara uğratan bakan çocukları için tek kelime bile etmeyeceklerdi. Ulusalcılar var bir de, AKP'nin her yaptığına muhaliftirler ama söz konusu Roboski olunca, herhangi bir muhalifliklerini göremedik. Bu grubun neredeyse tapındığı Yılmaz Özdil vardır, "bu hafta yazı yazamayacam" dediği yazılarını bile sosyal medya'da yüz binlerce insan paylaşır. Bu derece sever ve tapınırlar. Her gün, ortalama beş twite denk gelen yazılar yazan Yılmaz Özdil, Roboski'den sonra üşenmeden "Sayın kaçakçı" diye uzun bir yazı yazmıştı. Kariyerinin en uzun yazısında kaçakçıları katıra benzetmiş ve haftada 15 bin lira kazandıklarını iddia etmişti. Ona göre de, öldürülen kaçakçılar masum değildi. Sonuna kadar hak etmişlerdi bombalanmayı. Bu ülke coğrafi olarak bölünmemiş olsa da, psikolojik olarak çoktan bölünmüştür. Aksi takdirde ülkenin batısında coşkuyla yılbaşı kutlanırken doğusunun yasta olması başka türlü açıklanamaz. Acılarımız ve sevinçlerimiz aynı değilse birlikte yaşamanın da hiçbir anlamı yoktur. Acılarımız ve sevinçlerimiz bir olmadığı sürece korkarım ki, bu mutsuz evliliği daha fazla sürdüremeyiz. "Bu ne beter çizgidir bu / Bu ne çıldırtan denge. Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe" mütecessis seyyah KapkaraMizah on Twitter NOTLAR 1 Toplumdaki Roboski Katliamı algısının vehametini az çok göstermek açısından Twitter'da kişi tarafından takip edilen bir hesabın attığı twiti ve oraya yapılan bir yorumu sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim. A Katliamdan sonra bu tepkiyi birçok kişinin de bizzat ağzından duydum B "En iyi Kürt ölü Kürt" 2Zaman Gazetesi'nin önceki ve sonraki manşeti 3 Hasan Hüseyin Korkmazgil, "Öyle bir yerdeyim ki" şiiri. 4Yılmaz Özdil, "Sayın kaçakçı" 5 Bu yazıda Gezi direnişçileri için yapılan eleştiriyi yine bir Gezi direnişçisinin yazdığını gözardı etmezseniz sevinirim.
yaprak döker bir yanımız bir yanımız bahar bahçe hikayesi